"Uyanmak" dedim ama aslında hiç uyuyamadım...
Şöyle bir dalmışım sabaha karşı...
Limon hanım yanıma sokulup "mır mır" etmese belki bir kaç saat kestirebilecektim...
"Ne oldu kızım" dedim?..
Unutmuşum!..
Öldüğünü...
Yine Tutku'yu şikayet ediyor zannettim...
Bazı sabahlar böyle kaldırırdı beni Limon...
Tutku, onun mama kabında ne varsa yalamış yutmuş olurdu çünkü...
Ve o da şikayete gelirdi sanki...
"Mav mav mav" diye mırıldanarak...
Keşke bugünde öyle olsaydı!..
Ama olmadı...
Yıllar sonra ilk kez onsuz bir sabaha uyandım...
Küt diye oturdu yüreğime dünden kalan o tarif edilmez acı...
Hatırlattı yeniden bana gözlerimden aniden süzülen yaşlar...
Onun melek olup uçtuğunu ve bir daha geri dönmeyeceğini...
Kısamadım göz bebeklerimin musluklarını...
Aktıkça aktı...
Döküldükçe döküldü...
Bir sigara yaktım...
Bir kahve koydum...
Uzun zaman önce yazdığım o yazı geldi aklıma...
Çoğunuz bilirsiniz...
Çok kez paylaşmıştım bu yazıyı...
O acıyı yaşamadan yazdığım bir yazıydı bu...
Bir dostumun acısı üzerine yazdığım bir yazı...
Şimdi malesef o yazdığımı yaşıyorum...
"SİZİN HİÇ KÖPEĞİNİZ ÖLDÜ MÜ?..."
Ölmesin...
Çünkü o ölürse önce gözlerinizdeki ışık söner, adından da içinizdeki ateş...
Ne kadar kalabalık olursanız olun, yapayalnız hissedersiniz kendinizi o an...
Gündüzler geceye, geceler gündüzlere karışır; zaman durur etrafınızda...
"Abartma!..
Sadece bir köpek" diyebilir bazıları...
"Üzülme!..
Yeni bir tane alırız sana; daha gencini, daha sevimlisini" diyen de çıkar mutlaka...
Teselli etmektir amaçları aslında...
Kızma onlara, darılma...
Sor sadece, ama içinden sor....
"Allah korusun!.. Ölse evladın, anan, baban, kardeşin, sevdiğin, arkadaşın!..
Alır mısın onların yerine yenilerini?..
Verebilir misin sevgini, ilgini, sadakatını
o "yenilere"...
Dedim ya, bunları içinden sor onlara... Duymasınlar...
İncinirler çünkü...
Hatta tepki gösterirler sana:
"İnsanla hayvan bir mi?" diye...
Cevap verme, anlatamazsın...
Sus...
Anlatma da zaten onlara...
"Hayvan" dedikleri o canlıyla yaşadıklarını...
O'nun sen işten eve döndüğün anlardaki heyecanından hiç bahsetme...
Hele hele kuyruğunu yelpaze gibi sallamasından, dilini tulumba gibi içeri dışarı sarkıtmasından, gözlerini senden bir saniye bile ayıramamasından asla söz etme...
Kaç insan yapar sevdiğine böyle bir "merasimi" acaba!..
Evet, belki yapan vardır...
Ama kaç gün yapar?..
1,2,3,5, on ya da 100...
Ve bir gün gelir kesilir o merasimler...
Ya kırgınlıklar girmiştir araya ya da kızgınlıklar...
Peki ya O...
Kırılır mı size?..
Kızar mı?..
Hatta cezalandırsanız(!) bile yapar mı böyle şeyler?..
Kim bölüşür sizinle yalnızlığınızı mesela...
Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca kim dinler sizi sessizce...
Sorgulamadan, yargılamadan kim sokulur dizinizin dibine usulca...
Ya yol arkadaşlığı!...
Kim "Hadi gidiyoruz" dediğinizde, "Nereye" ya da "Ne zaman" diye sormaz?...
Kim korur sizi, bir tehdit altında olduğunuz an?..
Kaçı dikilir size zarar vermek isteyenin karşısına; dişlerini göstererek?...
Ve bunu her defasında kaçı yapar?...
Peki ne yaptırır bütün bunları onlara?..
Biraz yemek, biraz su mu?...
Hayır!..
SEVGİ ve EMEK yaptırır bunları...
İşte...
O ölünce tüm bunları kaybedersin sen...
Dört ayaklı, yumuşak tüylü ve biraz da kokan şey değildir sadece kaybettiğin...
İlgidir...
Sevgidir...
Dostluktur...
Sadakattir..
Mutluluktur...
Coşkudur...
Umuttur...
Ve Emektir kaybettiklerin...
Bu yüzden, sizin hiç köpeğiniz ölmesin...
Çünkü o ölünce, susan sadece havlayışları olmaz...
Önce hayat susar...
Sonra da sen susarsın...
ADNAN SÖKMEN