17 Ağustos 1999 depremine Şişli merkezdeki evimde bilgisayar başımda yakalanmıştım.
4 katlı, İstanbul'un eski, oturaklı binalarından olduğu için yıkılma riski görmediğimden paniğe kapılmadan yaklaşık 45 saniye kapı pervazı altında korkuyla beklemiştim.
Ülkemiz tarihinin en büyük afetlerinden biri olduğu kesindi.
Can ve mal kaybı kaçınılmazdı ama boyutu ne olabilirdi?
İlk olarak cep telefonumdan annemleri ve birkaç yakın arkadaşımı aradım, tek bir üzücü haber olmaması doğrusu moral vermişti.
**************
O sabah TOBB Başkanı Fuat Miras ile buluşacak, kahvaltı yaparken gazetemiz için söyleşi yapacaktım.
İlerleyen yaşına, sert ve korkusuz Karadenizli duruşuna rağmen Fuat abi depremden olağanüstü çok korkardı.
Silahtan, ölümden korkmaz ama "Depremde ölüm" denilince Fuat abinin adeta vücut kimyası aniden değişiverirdi..
Sabah çok erken Yeşilköy'deki ev numarasından aradım.
Sesi yorgundu ama üzücü bir durum yoktu.
"Ali Osman abiye (Ulusoy) uğrayacağım. Onu da alıp deprem bölgelerini görmek istiyorum. Gel istersen" dedi.
Saat 08.30'da F. Sultan Mehmet köprü girişinde buluşmayı kararlaştırdık.
İstanbul Sanayi Odası Meclis Başkanı Hüsamettin Kavi ile İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Yıldırım da makam otolarıyla aynı saatte oraya gelmişlerdi.
Şimdi anımsayamadığım iki kişi daha vardı.
Ufak bir gözlemci heyeti olarak yola koyulduk.
Hereke'ye kadar gözümüze takılan bir yıkım veya olumsuzluk görmedik ancak Adapazarı'na yaklaşırken sanki bir korku filminin setine yaklaşmak üzereydik.
Adapazarı Ticaret ve Sanayi Odası'nın efsane başkanı Erol Öztürk ve arkadaşları bizi karşılayarak çevreyi gezdirdiler.
Kamu binaları dümdüz olmuştu.
Yollarda enkaz olan binalar vardı.
Ortalığı pis ama özgün bir koku sarmıştı.
Adapazarı merkezin üzerine çöreklenen bu farklı koku enkaz altında can veren vatandaşlarımıza mı aitti, yoksa çevredeki bir sürü tavuk pazarlarında yıkıntı altında kalıp telef olan kanatlı hayvanların yaydığı koku muydu?
Adapazarı TSO Başkanı Erol Öztütk'ün dile getirdiği çok farklı yorumu halen unutamam; "Bu deprem geceyarısı değil de mesai saatleri içinde, öğlenden önce olsaydı sadece adliye binasındaki ölü sayımız Adapazarı toplamını aşardı.."
********************
Adapazarı'ndan İzmit'e uzandık.
Körfezi dolandık, Gölcük'e vardık.
Ayakta kalan pek çok bina vardı ama acaba ne kadar etkilenmişlerdi? Hasar durumları neydi?
Görüştüğümüz kişilerden aldığımız yanıtlar iyi değildi.
Bu deprem lokal değil hayli geniş bir coğrafyada yıkım yaratmıştı.
Son olarak Yalova'da bir kaç noktada gözlemden yorgun ve gergin olarak sonra deniz yoluyla dönmüştük.
Gezinin amacı şuydu; Bu depremin Türkiye'ye mali faturası nedir? Yıkım, nasıl ve hangi sürede onarılır?
Yıkılan bina sayısından yaklaşık daire sayısını hesaplayıp maddi zarara kaba hesapla yaklaşmak mümkündü ama sağlıklı sonuç vermeyecekti.
Katma değer üretim kaybını hesaplamaya eklemek zorunluydu ama kısa sürede sonuç alınamazdı.
Zarar ve kayıp ölçümlemesi aylar geçtikten sonra ortaya çıkacaktı.
Tarımdan imalat sanayine, hayvancılıktan turizme kadar çok farklı alanlarda ölçüm gerekirdi.
Bütün dünyada uygulanan en akıllı yöntem; eşdeğer niteliklerde son dönemde olan bir başka benzer depremden ölçüm almaktır.
Bu yöntemle kaba hesapla öngörüde bulunmak gerçeğe yakınlaştırır.
Depremin mali zarar bilançosunun 7- 15 veya 35 milyar Dolar olabileceği, üretim kaybı zararları ve yan faktörleri de hesaplanarak bir genel rakama ulaşılabilir.
Marmara depreminde de ilk günden itibaren bu hesaplar, varsayımlar, öngörüler yapıldı ama bugün bile aradan uzun yıllar geçmesine rağmen netlik yoktur.
**************
Gelelim sonuca..
Bugün yaşadığımız doğal afette yıkılan konut, fabrika, işyeri sayısal toplam bilançosu Marmara depremini en az 3'e katlar.
Bölgede kabaca 15 milyon vatandaşımızı olumsuz etkiledi.
Bölgenin yarısı, güney komşumuz ülkelere başta dökme kuru gıda ürünleri olmak üzere, her türlü mal akışını sağlıyordu.
Resmi ihracat yanısıra kayıtdışı ticareti de düşünüp, buna turizmi de eklersek K.Maraş depreminin Türkiye'ye çıkaracağı faturanın birinci yıl için 40 milyar Dolar civarında gerçekleşeceği öne sürülebilir.
Türkiye'nin diğer harcama kalemleri arasında 40 milyar Dolar elbette çok büyük rakam değil ancak önemli olan bu kaynağın nereden sağlanacağı.
Şayet kolaycılığa kaçıp vergi ve fonlara yeni eklemeler yapılırsa, zaten borç içindeki vatandaşın bunu göğüsleme gücü yok.
Vatandaşa ek yük getirmeden bu hesap nasıl ödenebilir?..
AKP iktidarının son 15 yıldır dünyanın farklı ülkelerine, vergi cenneti olan adalara, çeşitli alanlara akıttığı milyar Dolar'lardan acaba örtülü transferler yapılabilir mi?
Örneğin adının açıklanmasını istemeyen Türk kökenli hayırsever bir işadamı (!) veya Londra'da bir mahalleyi toptan satın alan Kuveyt Emiri, Körfez ülkelerinin hava atmasını seven çaylak prensleri gayrimenkul teminatı karşılığında Türkiye'ye para akıtır mı?..
Göreceğiz.
Bu hesabı millet değil, devlet ödemeli.
Hiç bir alanda varlığını, ağırlığını, ciddiyetini gösteremeyen devlet baba.
Anladın mı Hacıbaba?..
Cahit Çataloğlu
07 Şubat 2023